TALİHSİZ SERÜVENLER DİZİSİNE TALİHSİZ BİR BAŞLANGIÇ

 

 

Barlas G. yazdı..

 


 

Merhaba Eurovision severler,

Yazıya böyle bir cümleyle başlamak pek içime sinmedi gerçi ama bir anlık düşününce aklıma farklı bir şey de gelmedi. Bu seferlik böyle olsun, ne diyelim.

Şimdi işin aslı şu. Genel yayın yönetmenimiz Tayfun -itiraf ediyorum bu kısmı Önder’in yazısından çaldım- blog ekibini canlandırıyoruz, hatta yeni arkadaşlar da katılıyor aramıza sen de elini taşın altına koyar mısın diyince biz de görev kutsaldır diyerek tamam dedik. Dedik demesine de, e şimdi bize yazacak konu lazım değil mi ama? “Anadolu’dan Eurovision manzaraları yazsan güzel olur aslında” önerisine layık yazılar yazabileceğimden emin olmadığımdan dolayı sizlere farklı bir şey sunmak zorunda kaldım. Talihsiz Serüvenler Dizisi’ni.

2002’den beri Eurovision Şarkı Yarışması’nı takip ediyorum desem de, 2002’deki yarışmadan tek hatırladığım şey kırmızı bir elbise (?) ve puanlama sırasında kardeşimin ettiği tek bir cümle: “Yine sonlardayız.”

Eurovision’u izlediğim yıllardan beri artık kulübümüzün forumu Onikipuan’da yazan arkadaşlarımın da -viral reklam: ortam çok güzel siz de gelin foruma- kabul ettiği bir gerçek var: Eurovision şarkıları konusunda tam bir zevksizlik abidesiyim. Tabi ben bu gerçeği kabullenmektense, bunu bir talihsizlik olarak nitelendiriyorum. Evet, favorilerimin çoğu finale dahi çıkamamış olabilir. ama farklı bir açıdan bakınca, aslında güzel şarkılar yahu. İşte bu serinin konusu da, kıyıda köşede kalmış bu şarkıları hatırlatmak. Aslında ne güzel şarkılardı dedirtmek. Başka bir gözden bakınca, bir nevi Çin işkencesi.

Ancak en azından bu yazıda Tayfun’un istediğini yapacağım, sizlere Eurovision’un sıkı takipçisi olduğumu duyan arkadaşlarımın verdiği tepkilerden bahsedeceğim. Hepsini değil, sadece bir kaç tanesini.

Bu gözler “O kadın niye bağırıyor öyle” diyeni de gördü, bir süre sonra benimle birlikte kendini kaptırıp şarkılara puan verenleri de. Ama biri var ki, kesinlikle listemin zirvesine oturuyor.

Sene ikibindokuz, gençlik yıllarım. Ankara’da üniversitede okuyorum. Oda arkadaşlarım da hafiften Eurovision’a maruz kalmış kişiler. Ben de o aralar bir heves bir heves, bildiğin röportaj falan yapıyorum Eurovision temsilcileriyle. Harıl harıl çeviri yaptığımı gören arkadaşım ne çeviriyorsun diye sorduğunda kendisine Yohanna ile yaptığım röportajı çevirdiğimi söyledim. Eh, kızın güzelliğini de görünce benden bir istekte bulundu. En fazla ne isteyebilir ki diye düşünürken hayal sınırlarımı zorlamam gerektiği aklıma gelmemişti, zira arkadaşım benden Yohanna’nın rujunu istiyordu ve bu konuda oldukça ciddi görünüyordu. O anda yaşam döngüm hata verdiğinden dolayı şuan için nasıl bir tepki verdiğimi hatırlayamıyorum. Mantıklı bir cevap verebilmişimdir umarım.

Çevremdekilerin Eurovision temsilcileriyle ilişkileri çok da iyi değildi. Onlar için Merija Serifovic Erkek Fatma, Verka Serduchka ise Uzaylı Zekiye’ydi. Lordi için yaratık, Wig Wam için de rujlu adamlar tanımlamaları uygun görülmüştü.

Bir süre boyunca Eurovision akşamları, uzun zamandır haber alamadığım arkadaşlarımdan mesaj aldığım akşamlar oldu. Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmadığımız için artık o da kalmadı. Ben de fırsat bu fırsat diyip “Hala Eurovision’u takip ediyor musun” sorularını “İzliyorum işte ya” diyerek geçiştiriyorum.

O kadın niye bağırıyor öyle konusuna gelince, arkadaşıma o gün söyleyemedim ama o bağıran ne yazık ki kadın değil Azerbaycan’ın ilk Eurovision temsilcisiydi. Kim derdi ki Azerbaycan Eurovision macerasına çığlık çığlığa bir şarkıyla başlayacak diye.

Fazla uzatmak istemiyorum yazıyı, belki sizler de şahit olmuşsunuzdur Eurovision ile alakasız bir kişiyle Eurovision hakkında konuşmanın nasıl bir şey olduğuna. Olmadıysanız da şunu bilin yeterli, hiç de kolay bir iş değil kesinlikle.

Bir sonraki yazımda sizlere, favorim olma şerefine nail olmuş hangi şarkıyı hatırlatsam diye düşünmeye başladım bile. O zaman en kısa zamanda yine OGAE Türkiye blogumuzda görüşmek üzere diyelim.