Ulus Devlet kavramını insanlık tarihine kazandıran 1789 Fransız İhtilali, 21. yüzyılda kimi ülkeler için sınırlarını keskinleştirirken, kimi ülkeler için de içi boşalmış bir başlıklandırmadan ibaret hale geldi. Konumuz siyaset değil.. Konumuz Fransa’nın, Eurovision temsilciliğini uzun yıllardır, mimarı olduğu “ulus devlet” kavramına sırt çevirerek gerçekleştiriyor oluşu.
İngiltere’nin de siyahi isimleri temsilci olarak gönderdiğini, Almanya’nın 1999’da sadece Türklerden oluşan Sürpriz grubunu Kudüs’e yolladığını hatırlasak da, Fransa kadar emperyal bahçesini eurovision platformunda açığa çıkaran bir ülke yok.
Çok da gerilere gitmeden yakın tarihe bir göz attığımızda göze çarpan solist ve gruplardaki olimpik havuzu farketmek zor değil: 1990’da Guadeloupe‘lu Joëlle Ursull, 1991’de Tunus asıllı Amina, 1992’de Martinik Karayip kökenli Kali, 1993’te milliyetçi muhafazakar bir ada olan Korsika’lı anne ve Ermeni babaya sahip Patrick Fiori, 1998’te Fransiz Rivierası doğumlu Karayip kökenli Marie Line, 2003’te annesi İtalyan babası Cezayir’li olan Louisa Baileche, 2004’de ispanyol asıllı Belçikalı şarkıcı Jonatan Cerrada ve 2010’da Kongo asıllı Jessy Matador Fransız bayrağını taşıdılar.
2012 Eurovision Şarkı Yarışması’nda da Endonezya menşeli Anggun bahsi geçen geleneği sürdürecek.
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=LHXyPTmliNs]
Milliyetçilikleri ile övünen Fransızlar’ın arka bahçe pervasızlıklarını, kolonyal (bölgesel/küresel yayılmacılık) gösterilerini arsızca Eurovision beldesinde pratize ettikleri de düşünülebilir. Hatta burada bir tür “özgüven zehirlenmesi” yaşandığı da iddia edilebilir. Fakat bu yaklaşım, Eurovision’un şaşırtan/birleştiren efektini açıklamaz. Dolayısıyla, Şarkı Yarışması’nda yarışan milletler değil de ülkelerse eğer, Fransa bu okumayı en iyi gerçekleştiren ülkedir. Tam da bu anlamda Fransız hükümetlerinin yarı faşizan politikalarına dönük bir “nanik” operasyonundan bahsedebiliriz.
Tersten bakıldığında; Eurovision Şarkı Yarışmalarını, Fransa’nın tutucu kimliğini samimi olmayan bir atama yoluyla, sırf “ele güne karşı” sinsiliği adına resmen kullanılan bir saha olarak da görmek mümkün. Yine de bu, parisienne ezberleri bozmaya yetiyor.
Gerekçesi ne olursa olsun Fransa’nın Ari Irk takıntısından uzak tutumunu önemsemek ve hatta takdir etmek durumundayız.
Şimdi de şu soruları soralım kendimize: Onlarca milletin şu veya bu şekilde bir arada yaşadığı Osmanlı İmparatorluğu’nun yine şu veya bu şekilde devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Eurovision macerasında bu türden bir adımın esamesine yaklaşmamız mümkün müdür? Mümkün müdür, yakın gelecekte Türkiye’yi Rum, Kürt, Ermeni, Arap, Yahudi kökenli bir solist ya da grubun temsil etmesi? Üstelik iktidarın, değil ülke sınırlarında kalması, tüm Ortadoğu/Balkanlar/Afrika/Asya’ya selam çaktığı dönemleri yaşamamız mevzu bahisken…
Bir tarafta “Made in France”, bir tarafta “Alla Turca” haller.
Oqancigim .. bu yaziyi çok ama çok begendim. Beni mest etti diyebilirim.
Belki de Fransa’nin ilk siyahi sanatçisi 1990’da Zagreb’te temsil etmisti diye biliyorum. Listeyi kesin zenginlestirecektir. Joëlle Ursull mesela Karaiplerin Guadaloupe adasi vatadasi (yine Fransiz sömürgesi elbet)
Joëlle “White & Black Blues” ile bu muhtesem eserle 3. olmustu eger yanlis hatirlamiyorsam. Uygun bilgi neticede yine vikipedi’de mevcut; http://en.wikipedia.org/wiki/Jo%C3%ABlle_Ursull
Lezzetli ve kivaminda ki doyurucu yazilarinin devamini diliyorum. Tekrar tesekkür ederim. Eger ülkemiz her çesit açilimi yapabiliyorsa o zaman da muhakkak bir Eurovision açilimi da gerekmektedir !! Eurovision konusunda demokratiklesmenin zamani geldi ve geçiyor.
vesselâm
Fatih, katkın için teşekkür ederim. Metne ekledim 1990 temsilcisini.
Sevgiler…
Sanirim heyecan ile bir tane daha güzel bayani unuttuk .. Stockholm 2000’in o butik sahnesinde “On aura le ciel” ile Fasli ve yumusak sesli olan Sofia Mestari seslendirmisti. 2001 afro-siyahi bile olmasa Kanada menseli Natasha St-Pier var mesela. Fransa neticede Amerika, Kuzey Afrika ve Karaipleri tamamladi diyebiliriz. Okyanusya’da da bir kaç sömürü adalari var ama bu sefer 180 derece istikameti degistirerek Günay Asya’ya gitmesi beni son derece sasirtti. Anggun’un sesi o kadar (ap)ayri ki .. bir playback ya da ‘O ses Türkiye’-vari bir yarismada bile sesi taklit edilemeyecek derecede güçlü, berrak ve özel.
Velhasil, belki de eurovision’un en ilginç (prematüre)kimlikler karmasini 1990 birincisi Toto Cutogno gerçeklestirdi diyebiliriz. Gerçek Albüm ismi ‘insieme 1992’ olan eseri sahnede seslendirirken 5 geri vokalin her biri o dönemin Yugoslavya’sinin 5 ayri bölgesinden, bir sloven, bir hirvat, bir sirp, bir bosnak ve bir makedonyali .. “Pepel In Kri” grubu yanlis hatirlamiyorsam. Hatta Livanya kökenli Lena Valaitis 1981’de Almanya’yi ‘Blue Jhonny Blue’ ile temsil etmisti. Ilginçtir Ingiltere Big 4 olarak ‘Commonwealth’ cografyasina sahip olmasina ragmen Fransa gibi etkili sekilde bu zengin arka bahçesini kullanamamistir. Almanya ise her ne kadar köklü ülke olsa bile bir iki istinadan hariç. Ispanya’ya gelince, bir iki örnek vermek gerekirse bu arka-bahçe çerçevesi içinde konsepti degerlendirecek olursak hiç adam akilli faydalanmadi diyebiliriz. Hatta hiç. Zira ancak ve ancak 1994 ve 1997 temsilcileri ispanyol kökenli olarak hispano-fon festivali olarak bilenen OTI-festivalinde boy göstermisler ve iyi dereceler hatta birincilik dereceleri alan sanatçilar olarak Ispanya televizyonun 90’li yillarda adeta iç-seçim sisteminde birikim havuzu olarak kullanildilar.
Fransa her daim (bir kaç istisna hariç) Fransa’da ikamet eden sanatçilari temsilci olarak belirlemistir. Anggun’un seçimi bu çerçevede daha anlasilir duruyor. Bu güzel Endonezyali bir Fransiz ile evelenince Fransa’ya göç eder ve müzik karyeri Fransada kök salmaya baslar. Ondan sonra Vatikan’da olsun, Italya’da 1991 eurovision’un yapildigi salonda bile konser vermesine kadar bir çok yerde aranan egzotik bayan sanatçi olur. Fransa’nin 50 yili askin eurovision sahnesine kullandigi lisan-palmares’ine bakacak olursak; Fransizca .. tek tük iki yerde iki cümlelik Inglizce/Ispanyolca, Fiori ile Korsikanca ve 1996’da Bretonca kullanmistir. Baska da lisan yok sanirim. Ama her daim Fransa’da bir kaç yil ikamet etmis sanatçilar oluyor. Bu bariz olarak dikkatimi çekmistir. Keske benim de buldugum Oslo 2010’da Kongo’lu Jessy Matador Swahili kullansaydi .. yelpazeye zenginlik katacakti kesinlikle. Ama bu açigi 2011 haba haba ile ilk defa Norveç o igrenç eserle tamamlamis oldu.
Türkiye’ye gelince Fransa’yla denklestirecek olursak Fransa’nin 30 yil önce baslatti kolonyal-eurovsion listesiyle hiç bir ülke rekabe edemez elbet. Diger yandan Türkiye’nin emperyalden daha çok balkanlardan ortaasya’ya kadar genlestigi ‘kültür’ itibariyla Türkiye’de ikamet etmeyen sanatçilarla bile eurovision sahnesinde yer alabilir. Hatta bu genlesme diger lisanlarla pekistirilebilir. Kürtçe, Lazca, Cerkezce, Kazakça, Türkmence hatta ve hatta bir iki satir Arapça ya da (mardin civari hala konusulan ve Mel Gibson’un çevirdigi ‘Passion of Christ’ filminin tümûnün seslendirildigi) Aramice ile bile yarisabiliriz. Bu sayede Türkiye’nin 5 yillik bir plan ile farkli lisanlari eurovision sahnesine tasiyarak eurovision tarihine (uzun yillar boyunca – ismarlama olsun – UF’ler olsun – katamadigi zenginligi) 5-10 yillik bir süre zarfinda katma degeri yüksek bir stratejiye imza atabilir. Bu da Türkiyemizi 2023 vizyon perspektifi içinde daha çok demokratik, açik toplum ve farkliliklarin zenginlik teskil ettigini ekonomik genlesmesiyle vurgulayabilir. Bu hamleyi yapabilirse Türkiye 30 yillik geriden takip ettigimiz Fransa’yi yaklamayamiz elbet ama ‘sahne-farkli lisanlar’ haritasina yerestirebilir ve taz bir rakip oldugumuzu gösterebiliriz. Bu sayede de artik bu bayan ve gina gelen ingilizce mi türkçe mi münazaradan da sonsuza dek kurtulmus oluruz. Devlet Baba olmak böyle birsey olsa gerek.. dünyaya açik olmak.. lisanlara açik olmak .. sanatçilarmiza ve halkimiza karsi seffaf olmak.
Bu proje için ükemiz için ve TRT’nin basinda ve içinde cesaretli, çaliskan ve parak fikirli gençlere,yöneticelere ve insanlara ihtiyacimiz var. Bir Ulusual Final için masraf olacak diye UF yapmayan ve isin ucuzuna hatta tembelligine kaçan bir müzik dairesi basimizda oldugu sürece bu öngürüler bir tatli haya olarak kalacaktir. TRT içinde Eurovision-Ergenekon zihniyetliler temizlenmeli ve taptaze fersah fersah eurovision’un her ayrintisini düsünebilecek bir birim gerekiyor. Inaniyorum ki o zaman (benim için) 2011 ile baslayan 3. eurovsiion dönemi (1. 1956-2003 | 2. 2004-2010 | 3. 2011 – ..) Türkiye olarak salt sirada temsil için bekleyen düzüne sanatçi listesini bertaraf etmis olacagiz. Kâh UF’ler Käh iç-seçim Kâh ismarlama yöntemi ile Fransa’dan çok dah farkli ve çok daha zengin eurovision gelenek-ülkelerinden biri oluruz. Bunun için TRT içine Fransa’da ki gibi bir BRUNO BERBERES’e ihticimiz var. Bu adam bir dahi hakikaten .. demokratik, kendini açmis, ufuk sahibi ve her yil çigir açabien ve rakip olarak tehliklei bir adam. Helsinki 2007’de kendisyle ilk defa tanismisim, 2010 yilinda Oslo-Gardermoen havaalaninda 30 dakika (fransizca) konusma firsatmiz oldu ve önümûzde ki yillari süprizler olacagini söyledi. Adam satranç tahtasinda karsi taraf bir hamle yapana kadar 30 hamle ilerisini düsenen br tip.
Herneyse .. uzun oldu. Son olarak Berberes Anggun ile ‘ters kose’ yapti diyebiliriz. Adam için D’dorf ya da Bakü fark etmiyor, adam nice nice insanlarin bellekleride bu farklilik ve farkindalilik ile FRANSA ile ilgili olusumu kaziyabilmeyi çok kolayikla yapiyor ve uyguluyor. Acizane.
Bilmukabele ile
fatih