“AN”I YAŞAMAK!

unnamed

 

Tayfun O. yazdı.. An’lar ve Anılar yazı dizisi..

 


Başlığı, efsane film Ölü Ozanlar Derneği ile hayatımıza giren ve ‘ yaşadığın anın değerini bil’ anlamında kullanılan Carpe Diem’de olduğu gibi “an’ı yaşa” olarak da okuyabilirsiniz; hatıra anlamında kullandığımız “anı” olarak da.

İki türlü de aynı kapıya çıkacak çünkü anlatmak istediklerim. Biz Eurovision severlerin, o yarışmanın sıkı birer tutkunu olmamıza sebep, uzun bir liste yazabiliriz elbet. Ama bir de ifade etmekte zorlanacağımız, tam olarak ne diyeceğimizi bilemediğimiz bazı sebepler de mevcut.

Bunu dün Youtube’da eurovision videoları arasında sörf yaparken farkettim. İzleyicinin, iliklerine kadar kendini sahnedekiyle birlikte hissettiği anlara istinaden düşündüm. O anlardır biraz da bize bu ekran şovun sevdiren aslında.

Pek tabi ki gelişen teknoloji, devasa sahneler, led’ler, kalabalık arena, jimmy jib’ler, steady cam’ler vs vs bu etkiyi arttıran unsurlar. Ama kendi Eurovision tarihinizde geriye doğru gittiğinizde, 70’lerde de, 90’larda da kendinizi  o an orada her şeyinizle hissedebilecek, bir an yakalayabilirsiniz.

K astettiğim, sahnedekinin büyüyüp büyüyüp zirveye çıktığı, bazen sesiyle, bazen kamera açısı sayesinde görüntüsüyle, bazen de patlayan bir ışık ya da alev topunun önündeki estetik görüntüsüyle, izleyeni hipnotize ettiği anlar.

Ve muhtemelen “Ulan orada ben olmalıydım” diye hayıflanılan anlar:)

Hepsi bir yana ama o tüyleri diken diken eden etki hiç kuşkusuz ki müzik. Yani tüm o anlar, şarkının sizi etkilediği, sürüklediği ölçüde varlar.

Evet dediğim gibi geriye gittiğimde “Aaaa bu da varmış” diyebileceğim çok fazla böyle an bulabilirim. Ve pek tabi ki, benim an’larım, bir çok kişide aynı etkiyi bırakmaz. Ama eminim ki, vereceğim örneklerden sonra bu yazıyı okuyan her fan, kendisini ekranın karşısında büyüleyen bir “an” mutlaka bulacaktır Eurovision sahnesinde.

İşte onlardan biri…

 

Ortalama bir bakış açısı için basitçe çirkin diye yaftalanabilecek olan Arnavutluk temsilcisi Rona, 2012 Bakü’deki o görkemli sahnede, tuhaf olduğu kadar çekici de duran kıyafeti ve özgün saç tasarımıyla, sesini insanüstü noktalara çıkardığında… Kaç kişinin tüyleri diken diken olmadı?

 

Ya da bir sene öncesinde, Dusseldorf’ta Yunanistan için sahne alan Loukas’ın, Yunanca kısımları olağanüstü güzellikteki şarkısıyla, hele de şarkının finalindeki doğallığıyla, kaç kişiyi gözünü kırpmadan ekrana baktırdı? Daha 2 sene öncesinde ülkesinin star yarışmasında ter döken bu genç çocuk, nasıl da devleşti o sahnede!

 

Milenyuma uzanalım. Sahnenin ve kamera açılarının nispeten demode kaldığı 2000 yılının İsveç’teki sahnesine… Ev sahibi sıfatıyla sahne alan Roger Pontare, tüm salonu inleten performansı sonrasında ağlıyordu.  Muhtemelen o sırada kameranın seçmediği salondaki bir çok İsveçli gibi. Neden?

Böyle böyle geriye senelerce gidebilirsiniz. Bu saydığım şarkıların hiç biri yarışmayı kazanamadı. Hatta İsveç,  2000 yılında oldukça da kötü derece yaptı. Peki önemli mi? Değil çünkü seçtiğim an’ların içinde kendine yer edebilecek kadar iz bırakmış. Belki bu eurovision evreninde başka fanların anılarında da…

Bilmiyorum kendimi ifade edebildim mi ama kısa bir kesitini paylaştığım bu an’lar aslında bana bu yarışmayı sevdiren başlıca sebeplerden. Ama yazıya başlarken dediğim gibi sebepleri sıralasam liste olur. Sayarız belki onları da bir ara. Önemli olan, Eurovision sahnesi kuruldukça, biz de hayatta oldukça, o an’lardan daha çoğuna şahit olabileceğiz. İşin en çekici yanı da bu zaten:)

An’lar ve bazen de anılar devam edecek