STOCKHOLM 2016’NIN ARDINDAN: KADRİ KARAHAN DEĞERLENDİRDİ

img 4337
 

Bir yarışmanın daha sonuna geldik.

Ama eğri oturalım, doğru konuşalım. Öncelikle yarışmanın birincisi Ukrayna’nı kocaman alkışlayalım. Burada da yiğidi öldürelim, hakkını verelim.

Evet, artık herkes bir şekilde bulunduğu sosyal platformlarda sesini duyuruyor, fikirlerini paylaşıyor. Ben de bu süreç içinde kim ne düşünüyor diye birçok ortamı takip etmek zorunda kaldım ama sanırım işin içinden çıkmakta bu kez çok zorlandım.

Bir birinci arıyoruz sadece başka bir şey değil ama bunu yaparken Eurovision kriterlerine de dikkat etmek zorunda kalıyoruz, bu kriterleri bu yarışmayı yıllardır takip eden kişiler çok iyi biliyor. Mesela bir kişi çıkıp o gün oturmuş ve ekranda yarışmayı görmüş, üç dakika içinde dinleyerek hemen beğenmedim diyebildiği gibi beğendim de diyebiliyor. Bir şarkı üç dakikada kalbinize girebilir. O şarkının başarısıdır, gücüdür. İlk on saniyesinde de sıkıcı olabilir, devamına katlanamazsınız.

Bizler aylar öncesi bu şarkıları dinliyoruz, sonra kliplerini izliyoruz, tanıtım çalışmalarından provalarına kadar, verilen söyleşilere, sosyal medyada yarattığı etkiye kadar her şeyi görebiliyoruz. OGAE ekibi her sene bunun için yollara düşüyor ve bize o atmosferi canlı ve yerinde yaşatıyor.

Ben 1975 yılında doğdum. En eski hatırladığım Eurovision 1980 yılına ait, hani şu malum “Petrol”ümüzün olduğu sene. Sonra şimdi hakikaten bunu çocuklar yapar mı bilmiyorum ama her sene ekran başında oturduğumu, kalem kağıt alıp kendi kendime puanlar verdiğimi anımsıyorum. 1986 yılında kendi paramla ilk kez kaset aldığımı da unutmuyorum ki o yılın birincisi Sandra Kim’e ait.

Yani 80’ler, 90’lar her sene benim en büyük eğlencem oluyor Eurovision. 2003 yılına geliyoruz ve ilk kez birincilik kazanıyoruz. O gün benim de aynı zamanda doğum günüm. O günden bugüne çok kısa bir özet geçmem gerekirse genel olarak birinci olan ülkelerin performanslarını beğeniyorum, beğenmediklerimi de gayet normal karşılıyorum, her şarkının, her sahnenin içine girebilecek değilim ya da başka daha öne çıkan favorilerim vardır, onlarla çok yarışmayı tamamladığımı söyleyebilirim.

Mesela kesinlikle Lordi’nin birinciliği bana çok itici, Lena’nın birinciliği çok da önemli gelmemiştir. Geçen senenin birincisi ki bu senenin de sahnede harikalar yaratan sunucusu Mans’in performansından da çok etkilendiğimi söyleyemem. Ama Loreen’ın, Conchita Wurst’un birinciliklerine çığlıklarla tepki verdiğimi bilirim. Bu seneki favori ülkeler içinde adı geçen Rusya birinci olsaydı buna da sanırım üzülürdüm, benim için çok heyecan verici değildi.

Eurovision için bir favorinizin olması da yetmez, yani ben şarkımı seçtim hani diğerleri ile ilgilenmiyorum demek, hepsini izleyeceksiniz, dinleyeceksiniz, gerekirse en küçük bir yanlışını sahnede affetmeyeceksiniz, burada katı mıyım bilmiyorum ama kesinlikle bir sanatçı olsaydım o sahnede olmak ve bunu yaşamak isterdim tüm bu riskleri göz önüne alarak. Getireceği popülerlikten değil sırf o sahnede yer alabilmek için, bu anlamda kanına girmeye çalıştığım bir arkadaşım var, seneye bir ülke adına seçmelerine başvurması için uğraş vermekteyim.

Tartışmasız ilk günden beri favorimdi Jamala. Kırım Türkçesi iki satır dizesi olmasaydı da bu şarkının içinde yine favorimdi. Her zaman söylediğim gibi Eurovision farklı renklere açık bir yarışma, yeni heyecanlar istiyor. Ama ne görüyoruz çoğunlukla, önceki senenin birincilerini taklit, saç kesiminden kıyafetlere kadar, bu sene mesela daha da öne çıkan şovlarına kadar. Kadın tek başına sahneye çıktı, gayet doğal, gayet içten ağıtını haykırdı; ne arkasında bir dansçı, ne bir vokal ne de kıyafetinde bir abartılık vardı. Hemen 2012 yılına dönelim ve Arnavutluk adına yarışmaya katılan Rona Nishliu’yu hatırlayalım. Sahnede benzer bir sunumla, gayet doğal ve samimi bir performansla “Suus” isimli şarkısını seslendirmişti. Yarışma sürecinde yine sosyal medyada şarkı ile ilgili olumsuz yorumları okuduğumda gülüp geçmiş ama finalde herkese sevgiler dilemiştim. Beşinci olmuştu performans.

Eurovision’da onlarca ülke içinden sıyrılmak için kocaman bir ekip olmanıza gerek yok. Lena’dan Loreen’e, Conchita Wurst’tan Mans Zermerlöw’e son on yılın birkaç ismine bakmanız bunun için yeterli. Yakışıklı ya da güzel bir solist olmasanız da olur ki 2012’deki Rusya’nın babaannelerinin ya da 2007’deki Ukraynalı komedyen Verka Serduçka’nın farklı sunumları ile ikinci olduğunu unutmayalım. 2005’in Maltalı yıldızı Chiara’yı, daha da eskiye gidelim 1998’de Birleşik Krallık’ı temsil eden İmaani ikinci olmuş isimler arasındaydı ki şarkılarını bugün de çok seviyoruz. Hatırlanmak da bu yarışmada en az birinci olmak kadar önemli.

En son 2013 yılında yarışmaya ev sahipliği yapmıştı İsveç ki çok geçmeden yeniden ağırladı Eurovision dinleyicilerini / izleyicilerini. Geçen üç gün gerek sahnede gerek ekran başında muhteşem bir sunuma tanıklık ettik. Özellikle final gecesi saatlerce süren yayın neredeyse artık yorulduk diyeceğimiz kadar uzun ama bir o kadar da etkileyiciydi. Yeni oylama sistemi ile hop oturduk hop kalktık, bu oylama sistemi kuşkusuz biraz kafaları karıştırdı. Bir yerde o birinci diğer yerde öteki, bir yerde birisi en sonda ama bir bakıyoruz bir anda ilk onda. Önümüzdeki yıllar içinde eğer bu sisteme devam edilirse çok daha iyi oturacak taşlar ve oylama yapacaklar bu sisteme göre daha bilinçli yaklaşacaklar.

OGAE Türkiye sayfalarında yarışmanın öncesi ülkelerle ilgili yorumlarda bulunmuştum. Önceki yıllara göre kötü bir performans gösterdim. Genellikle yarı finallerde daha bir tahminlerim tutuyorken bu kez başarılı olamadım.

İlk yarı finalde mesela Yunanistan’ın en azından ilk on içine girmesini umuyordum, şarkıyı çok beğenmiştim gönlüm onlarlaydı. Serhat’ın temsil ettiği San Marino’ya şans vermemiştim ki bu ülkenin diğer ülkelerden genel olarak oy alması ile alakalıydı; eklemeden geçmeyeyim Serhat sahnede beklediğimden çok daha iyiydi, iyi de alkış aldı. Bu bölümde sanırım en çok İzlanda’nın elenmesi, Çek Cumhuriyeti’nin finale yükselmesi şaşırtıcı oldu.  

İkinci yarı finalde Makedonya ve Norveç’in elenmesine üzüldüm diyebilirim. Belçika’ya şans vermemiş olmamı performansı izledikten sonra kınadığımı da eklemeden geçemeyeceğim. Ben Polonya’yı beğenmiştim, finale yükselmesine de şaşırmamıştım ama doğrusu final gecesi yaşadığı bir anda kendini üst sıralarda bulması sendromuna şaşkınlığımı da bir süre atamayacağım.

Finale gelelim, Jamala birinci, Dami İm ikinci, Sergey Lazarev üçüncü, evet pek de itirazımız olmamalı gibi, Bulgaristan temsilcisi Poli Genova dördüncü ki ne güzel, Frans ise İsveç’i temsil etti, çok rahattı sahnede, şarkısı su gibi aktı geçti. Fransa’lı Amir’in sempatikliği maalesef bende şarkının daha çok önüne geçti, içimdeki ses onu şarkısından daha çok sevdi ve altıncı oldu. Hadi biraz da sonlara bakalım.

Yarışın sonuncusu Almanya oldu. Jamie-Lee şarkısı “Ghost” ile biraz daha üst sıralarda olmayı hak ediyordu. Yine sonlarda yer alan iki ülke de İspanya ve Birleşik Krallık oldu. Bu durumda kurucu üç ülke yine yarışta gerilerdeydi ki Eurovision’un tek eleştirdiğim yanı bu. Bu ülkelerin direk finale dahil olması ki bir yerde büyük adaletsizlik. Finaldeki ülkeler en azından bir performans gösterdiğinden dinleyiciye daha bir yakın durabiliyorlar ama onlar sadece bir gece buna imkan buluyorlar, o da yetmeyebiliyor bazen. Bakınız İspanya hiç ama hiç kötü değildi, ama geçmedi, geçemedi.

Özetle bir yarışmanın daha sonuna gelindi. Sosyal medyada yayılan bir söylenti seneye Türkiye’nin yeniden yarışa döneceği ile ilgiliydi ama artık hakikaten sıkıldık Ukrayna’da güzel bir yarışmada yeniden buluşmayı diliyorum. Ama bu süreç içinde Jamala mutlaka her sene bu sendromu yaşamaktan. Katılmasak bile bu sene Serhat’ı, Samra’yı, Jamala’yı alkışladık, bayrağımızı orada dalgalandıran arkadaşlarımıza selam ettik. Daha fazla bu sendromdan pay almak istemiyorum ve seneye ülkemize gelsin, çok sevdik onu çünkü, çok destekledik, sarılıp ayrıca kutlamak isteriz değil mi?

KADRİ KARAHAN